• Haberler
  • Memur
  • Akademisyenlerin mali haklarında yaşanan sorunlar ve çözüm önerileri

Akademisyenlerin mali haklarında yaşanan sorunlar ve çözüm önerileri

Eğitim-Bir-Sen tarafından hazırlanan Akademisyenlerin Mali Hakları Tespitler ve Talepler raporunda akademisyenlerin mali haklarına ilişkin önemli tespitlerde bulunularak yaşanan sorunların çözümüne ilişkin bir çok öneride bulunuldu. Raporun akademik personelin mali hakları ekseninde güncel sorunlar başlıklı bölümünü okuyucularımızın istifadesine sunuyoruz.

Eğitim-Bir-Sen tarafından hazırlanan Akademisyenlerin Mali Hakları Tespitler ve Talepler raporuna göre, akademisyenlerin mali haklarında ciddi sorunlar yaşanıyor. Rapor, akademisyenlerin düşük ücretler, aşırı ders yükü, adaletsiz ücret politikaları ve bilimsel etkinliklere katılım engelleri gibi pek çok sorunu ele alıyor. Özellikle ücret politikalarının araştırma kapasitelerini ve motivasyonlarını azalttığı vurgulanıyor. Akademisyenlerin gelir düzeylerinin artırılması, üniversitelerin rekabet gücünü artırmanın yanı sıra, bilimsel üretkenliği de destekleyeceği belirtiliyor. Ancak, mevcut durumda akademisyenlerin ücret düzeyinin cazibesini kaybettiği ve mesleğin giderek daha az ilgi çekici hale geldiği ifade ediliyor."

MEMUR5.COM, raporun akademik personelin mali hakları ekseninde güncel sorunlar başlıklı bölümünü okuyucularının istifadesine sunuyor:

Akademisyenlerin yeterli ücret almadıkları konusunda ortak bir görüş yer alıyor

Akademisyen ücretleri üzerine yapılan çalışmalarda akademisyenlerin yeterli düzeyde ücret almadıkları konusunda ortak bir görüş yer almaktadır. Arı (2007) yaptığı çalışmada, araştırmaya katılan öğretim elemanlarının yarısından fazlasının en önemli sorununun ücret düşüklüğü olduğunu belirtmiştir. Öğretim elemanı ücretlerinin düşük olması bu mesleği cazip meslek olmaktan çıkarmakta ve böylece mesleğinde başarılı öğretim elemanlarının diğer istihdam alanlarına yönelmesine yol açmaktadır. Ayrıca, nitelikli kişilerin maaşları düşük bulmaları, akademik kariyer tercih etmelerine de engel olmaktadır (Arı, 2007: 71).

Gelişmiş ülkelere göre akademisyenlerin ders yükü çok fazla

Olumsuz ücret politikaları, akademik harcamaları karşılamada çekilen güçlük, bir yandan akademisyenleri araştırma yapmaktan, araştırma için vakit ayırmaktan uzaklaştırmakta; diğer yandan akademisyenlerin gelir amaçlı daha fazla iş yükü altına girmek istemelerine neden olmaktadır. Türkiye’de öğretim elemanlarının iş yükünü artıran etkinliklerin başında ek ders, ikinci öğretim ve yaz okulu gibi uygulamalar gelmektedir. Gelişmiş ülkelerde öğretim elemanları haftalık dört veya altı saat ders yükü almakta ve akademik çalışmalarına zaman ayırabilmektedirler. Türkiye’de ise, öğretim elemanlarının özellikle gelişmekte olan üniversitelerde haftalık 40-50 saatlik ders yükü altına girdiği görülmektedir. Maddi olanaksızlıklardan oluşan aşırı ders yükü, öğretim elemanlarının araştırma çalışmalarını engellemektedir. Öğretim elemanlarını, verdiği derse ve öğrenci sayılarına bağımlı kılan “ek ders ücreti” sorunu, öğretim elemanlarının bilimsel çalışmaya ayıracak yeterli zaman bulamamasına ve bunun bir sonucu olarak da kendilerini yenileyememelerine yol açmaktadır (ODTÜ,2000; Aytaç, ve ark., 2001, 67; Kaymakçı 1995, 108; aktaran, Bülbül, 2006).

Bazı üniversitelerde gece öğretimi gündüz yapılıyor

Ayrıca bu tür gelir artırıcı uygulamalarla, öğretim elemanları arasında doğabilecek eşitsizlik de göz ardı edilmemelidir. Ek ders uygulamaları, tıp ve mühendislik fakülteleri gibi kimi birimlerde döner sermaye payları ve ikinci öğretimin yanlış ve kötüye kullanımı, öğretim elemanları arasında haksız bir ücret eşitsizliğine yol açmaktadır. İkinci öğretimde ders ücretlerinin yüksekliği dikkate alındığında, ikinci öğretim, insangücü planlamasını dikkate almayan yanlış ve haksız uygulamaların sonucu olarak bir diğer gelir kaynağıdır. Gündüz öğretimi için bile yeterli öğretim üyesi bulunmayan kimi üniversitelerde gece öğretiminin gündüz yapılmakta olduğu ve bu biçimde oldukça fazla kazanç elde edildiği bilinmektedir (ODTÜ,2000; Kaymakçı 1995, 108; aktaran, Bülbül, 2006).

Ücretlendirme politikaları araştırma kapasitelerini ve motivasyonlarını azaltıyor

Özdemir (2005)’in öğretim üyelerinin profiline yönelik yaptığı araştırmada, büyük şehirler dışındaki devlet üniversitelerinde çalışan ve kendini alt sosyo-ekonomik grupta görenlerin haftalık ders yükünün daha fazla olduğu tespit edilmiştir. Öğretim elemanlarının önemli bir kısmı ek iş yapmayı gerekli görmektedir. Uzun dönemli ve kapsamlı çalışmalar yerine kısa vadeli, bireysel veya kurumsal çalışmalar ön plana çıkmakta, piyasaya proje üretmek önemli olmakta ve dolayısıyla öğretim elemanları arasında bir tabakalaşma ortaya çıkmaktadır. Bütün bu gelişmelerin bir sonucu da araştırma ve çalışma koşulları konusunda öğretim elemanlarının sınırlarını üniversitelerin belirlemeye başlamasıdır. Çünkü bireyleri ücret kadar çalışmaya motive eden diğer bir etken de çalışma koşullarıdır. Türkiye’de akademisyenlerin, mevcut ücretlendirme politikaları karşısında, daha fazla iş yükü altına girmek istemesi ya da zorunda kalması araştırma kapasitelerini ve motivasyonlarını azaltmaktadır (TÜSİAD, 2008: 23).

Gelişmiş ülkelerde öğretim elemanları haftalık dört veya altı saat ders yükü almakta ve akademik çalışmalarına zaman ayırabilmektedir. Türkiye’de ise öğretim elemanlarının ders yükü, lisansüstü derslerle birlikte kırk saati aşmaktadır. Ek ders, ikinci öğretim ve yaz okulu gibi uygulamalar Türkiye’de akademisyenlerin iş yükünü artırmakta ve bilimsel çalışmaya ayrılan zamanı kısıtlamaktadır (OED, 2000).

Ücretler bilimsel araştırmalar için gerekli ortamı sağlamada yeterli değil

Öğretim elemanlarının tamamına yakınına göre, ücretler bilimsel araştırmalar için gerekli ortamı sağlamada yeterli değildir. Öğretim elemanlarının büyük çoğunluğu için ücretler, yurt dışında ve yurt içinde yapılan bilimsel etkinliklere (kongre, sempozyum, vb.) katılımı engelleyen, alanla ilgili yayınları (kitap, süreli yayın vb.) ve teknolojik gelişmeleri izlemeyi güçleştiren bir düzeydedir. Öğretim elemanlarının büyük çoğunluğuna göre, ekonomik kaygılar yaşamak bazen bilimsel yayınlara ve derslere güdülenmeyi güçleştirmektedir (Bülbül, 2006).

Öğretim elemanlarının unvanlarına göre, ücretlerin akademik etkinlikler üzerindeki yansımalarına ilişkin görüşleri değerlendirildiğinde, tüm unvanlardaki öğretim elemanlarının tamamına yakınına göre ücretler, akademik etkinliklere katkı sağlayacak teknolojik gelişmeleri izlemeyi engellemektedir. Öğretim elemanlarının görev yaptıkları bilim alanlarına göre, ücretlerin akademik etkinlikler üzerindeki yansımalarına ilişkin görüşleri değerlendirildiğinde, her üç alanda görev yapan öğretim elemanlarının tamamına yakınına göre ücretler, alanla ilgili yayınları ve teknolojik gelişmeleri izlemeyi ve yine yurt dışında ve yurt içinde yapılan bilimsel etkinliklere (kongre, sempozyum, vb.) katılımı destekleyecek düzeyde değildir. Sağlık bilimlerinde görev yapan öğretim elemanları, fen bilimlerindeki ve sosyal bilimlerdeki öğretim elemanlarına göre, ücretlerin yetersiz olması nedeniyle yapmayı düşündükleri araştırmalardan daha kolay vazgeçmektedirler (Bülbül, T. 2006).

Öğretim elemanlarının görev yaptıkları üniversitelere göre, ücretlerin akademik etkinlikler üzerindeki yansımalarına ilişkin görüşleri değerlendirildiğinde, hem gelişmiş üniversitelerde hem de gelişmekte olan üniversitelerde görev yapan öğretim elemanlarının tamamına yakınına göre ücretler, yurt dışında ve yurt içinde yapılan bilimsel etkinliklere (kongre, sempozyum, vb.) katılımı engelleyen, alanla ilgili yayınları (kitap, süreli yayın vb.) ve teknolojik gelişmeleri izlemeyi güçleştiren bir düzeydedir (Bülbül, 2006).

Üniversite ödeneği oranları uzun yıllardır değişmemiştir

Üniversite ödeneği oranları uzun yıllardır değişmemiş; 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede öngörülen ek ödeme oranlarında yıllar itibariyle gerçekleşen artışlar karşısında akademisyenler aleyhine ücret dengesi bozulmuştur. Geliştirme ödeneği uygulaması ilgili üniversitelerin fiilen eğitim-öğretime başlanıldığı tarihten itibaren 15 yıllık bir süre ile sınırlanmıştır. Her ne kadar 5. Dönem Toplu Sözleşme görüşmeleri sonrasında Kamu Görevlileri Hakem Kurulu Kararı’nın ikinci bölümünün Eğitim, Öğretim ve Bilim Hizmet Kolu Toplu Sözleşmesinin 15 inci maddesiyle bu süre uzatılmış olsa da yükseköğretimde belirli bir kalite ve akademik üretim düzeyinin yakalanmasının zamana bağlı bir süreç olduğu gerçeği karşısında bu uygulamaya uzunca bir süre daha ihtiyaç duyulduğu açıktır.

Öğretim görevlileri sınıfındaki öğretim elemanlarına geliştirme ödeneği, ilgili Bakanlar Kurulu Kararı hükümlerine göre hesaplanacak geliştirme ödeneği miktarının yarısı tutarında ödenmekte olup bu uygulamanın hukuki veya fiili bir izahı yoktur. Aynı şartlar altında aynı kurum için benzer faaliyetler gösteren akademisyenler arasındaki bu ayrım eşitsizlik ve hak kaybı doğurmaktadır.

Ek ders ücretleri, işin niteliğine göre emeği karşılamaktan çok uzaktır

Öğretim elemanlarına ödenmekte olan ek ders birim saat ücretleri, işin niteliğiyle mukayese kabul etmeyecek kadar düşük bir miktarda olup emeği karşılamaktan uzaktır. Akademik teşvik ödeneği uygulamasında akademik teşvik puanının hesabında ve katsayıların belirlenmesinde üniversite içinde ya da dışında doğrudan yükseköğrenim ile ilgili olarak gerçekleştirilen çok sayıda faaliyetin kapsam dışında bırakılması hak kayıplarına neden olmaktadır. Akademik teşvik ödeneği uygulamasında her bir akademik faaliyet türünün toplam puanın hesaplanmasındaki ağırlığının %30 ile sınırlandırılması uygulamanın amacını yansıtmamakta ve hak kayıplarına neden olmaktadır. Doktora öğrenimini tamamlayan akademik personelin doktoraları sonrasında kadro alamamaları, hem akademik çalışmalarını sekteye uğratıp öğretim elemanı yetiştirilmesi sürecini zedelemekte hem de mesleğe yönelmeyi engellemektedir. Doçent unvanı almalarına rağmen doçent kadrosuna atanamamış olmaları nedeniyle doçentler, salt kadro unvanına veya dereceye bağlı haklardan faydalanamamaktadırlar.

Araştırma görevlilerinin 4. dereceden daha aşağı inememesi adaletsiz bir uygulamadır

Araştırma görevlilerinin 4. dereceden daha aşağı derecelere ilerleyememesi hukukî dayanağı olmayan, haksız ve adaletsiz bir uygulamadır. Oysa 3. dereceye inmeleri, inebilmeleri önünde yasal bir engel bulunmamaktadır.

2547 sayılı Kanun’un 36. maddesi öğretim görevlilerinin ders ücreti almalarına engel

2547 sayılı Kanun’un 36’ncı maddesinde yapılan değişiklikle yükseköğretim kurumlarının uygulamalı birimlerinde görev yapacak olan öğretim görevlileri için ders yükü aranmayacağı ve ders ücreti ödenmeyeceği hüküm altına alınmış olup bu düzenleme bu birimlerdeki öğretim görevlisi ihtiyaç halinde ders verebilmelerinin ve ders ücreti alabilmelerine engel teşkil etmektedir.

Hazırlık ödeneğinin sadece öğretmenlere verilmesi adil değildir

657 sayılı Kanun’un ek 32’nci maddesinde öğretim yılına hazırlık ödeneğinin sadece öğretmen unvanlı kadrolarda görev yapanlar yönünden öngörülmüş olması, eğitim ve öğretim için aynı hedeflere ulaşmak için aynı amaç birliği içinde aynı konuda çalışan kamu görevlileri arasında eşitsizlik ve adaletsizlik kaynağıdır.

Akademik personelin bilimsel etkinliklere katılımı engelleniyor

Akademik personelin, akademik gelişme ve bilimsel bilgi üretimi ekseninde yurt içinde ve yurtdışında gerekli gördüğü kongre, sempozyum, çalıştay, seminer vb. bilimsel etkinlere katılımı, gerek izin gerekse katılım masrafları yönüyle gerekli desteği görememekte, hatta engellenmektedir. Türkiye’de üniversitelere ayrılan kamu kaynaklarının 1980’li yıllarda hızını arttıran küreselleşmeyle birlikte azaltılmaya başlandığı görülmektedir. Artık daha az kaynakla daha fazla ihtiyaca yanıt vermeye çalışan bir üniversite sistemi söz konusudur.

Üniversiteler sadece ders verilen kurumlara dönüştürülmüştür

Akademisyenlerden giderek daha fazla verimlilik ve üretkenlik beklenirken akademik harcamaları bile karşılamakta yetersiz kalan bir ücret politikasıyla üniversiteler sadece ders verilen kurumlara dönüştürülmektedir. Üniversitelerin önemli bir kısmında söz konusu olan ek ders, ikinci öğretim, yarı zamanlı çalışma ve değişik düzeylerdeki danışmanlık hizmeti gibi durumlardan dolayı akademisyenlik ciddi eleştiriler almakta ve bütün bunlar zaman zaman etik sorunlara yol açmaktadır.

 Türkiye’de mevcut sistemin, akademisyenlerin maddi sorunlarını çözmek adına ortaya koyabildiği en önemli çıkış yolu, ders yüklerinin arttırılması olarak görünmektedir. Böylece akademisyenler zamanlarının büyük bir kısmını lisans derslerine ayırmak zorunda kalmakta ve dolayısıyla lisansüstü eğitimin kalitesi düşmekte, araştırmanın niteliği de zayıflamaktadır. Bu bağlamda Türkiye’de devlet üniversitelerindeki akademisyenlerin düşük ücret aldığı ve düşük gelir grubundaki bireylerin gelir düzeylerini arttırmanın da iş verimliliğini olumlu yönde etkilediği göz önüne alınırsa ücret düzeyindeki artışların önemi daha belirgin hale gelecektir. Bireyler, daha büyük çabanın daha fazla gelir sağladığını görürlerse ücret gelirlerini arttırmak için daha fazla performans göstereceklerdir. Ancak Türkiye’de son yıllarda akademisyenlere uygulanan ücret politikaları çerçevesinde akademisyenlik mesleği giderek daha az ilgi çekici bir konuma gelmektedir. (Çımat ve ark., 2013)

Üniversiteler, insan kaynağının oluşumunda en önemli kurumlardır

Üniversiteler, bir toplumun ve ülkenin gelişiminde insan kaynağının oluşumunda en önemli kurumların başında yer almakta ve önemli rollerden birini üstlenmektedir. Küreselleşme sürecince üniversitelerin rolü daha da artarak ülkeler arası ilişkilerde, bilgi paylaşımında, yeni keşif ve icatların ülke yararına kullanımında kendini göstermektedir. Gelişmişlik kriterleri içinde ülkelerin Ar-Ge yatırımları dikkate alınmakta ve güçlü Ar-Ge çalışmaları ise güçlü üniversitelere sahip ülkelerden çıkmaktadır.

Türkiye, 2000 öncesiyle karşılaştırılamayacak kadar Ar-Ge yatırımlarında önemli girişimlerde bulunmuş olsa da, Avrupa ve varsıl Uzakdoğu ülkeleriyle karşılaştırıldığında halen kat edilecek çok uzun yolumuzun olduğu görülecektir. Mevcut teknolojik araştırma ve yenilikler, TÜBİTAK ve çok az sayıda büyük bütçelere sahip devlet ve vakıf üniversiteleri aracılığıyla gerçekleştirilmektedir ama büyük bir çoğunluğu yeni olmalarının da etkisiyle maalesef bu imkânlardan mahrumdurlar. Devlet de bu üniversitelere sınırlı ölçüde destek vermektedir. Fakat 2071 hedefi olan bir ülkenin bu hedeflere ulaşabilmesi için kurumsal kaynağın yanında insan kaynağındaki eksiklikleri gidermesi ve bu konuda atılacak adımların zaman geçirilmeden atılması gerekmektedir. Böyle bir girişim, hem kurumsal gelişime hem de öğretim elemanlarının şahsına ve yine dolaylı olarak kurumlarına ve ülkeye büyük yarar sağlayacaktır.

Bu sorunlarla baş etmenin yolunun da “adam yetiştirmekten”, insan sermayesine yapılacak yatırımdan geçtiği aşikârdır. Fakat bu kaynağın merkezi olan üniversitelerde, mevcut özlük haklarıyla kalifiye insan tutmak oldukça güç hale gelmiştir. Maaşların düşük düzeyde kalması nedeniyle öğretim elemanları; giderlerini karşılamak ve yaşadığı şehirde tutunmak için asıl amacı olan araştırma yapmak yerine ek derse girmeyi zorunlu olarak tercih etmekte ve ders makinesi gibi haftalık maksimum 40 saate kadar derse girebilmektedir. Bir başka önemli problem ise, üniversite dışında daha iyi şartlarda iş bulan araştırma görevlilerinin, girdikleri üniversiteleri bir an önce terk etmeleridir.

Öğretim üyeleri ek işlerde resmi mevzuatı zorluyorlar

Öğretim üyeleri ise, ek işler yaparak, yapısal engellerden ve zorlamalardan kaynaklanan sorunlar nedeniyle (döner sermaye kesintilerinin çok yüksek olması gibi) resmi mevzuatı zorlayarak çalışmaktadırlar. Tüm bunlar, hem üniversitelerimizin verimliliğini düşürmekte hem de öğretim elemanlarımızın kendi meslekleri hakkında sürekli kuşku duymalarına kapı aralamaktadır. Türkiye’ye özgü olmamakla birlikte akademisyenlerin ücret ve çalışma koşullarına yönelik sorunları birçok gelişmekte olan ülkede giderek daha fazla hissedilmektedir.

Bilgi ekonomisinde akademisyenler, ekonominin ihtiyaç duyduğu vasıflı işgücünün bir parçası olarak görülmekten öteye gidememektedir. Hâlbuki akademik mesleğin taşıdığı nitelikler, akademisyenlere hem bilimsel hem de toplumsal açıdan sermaye özelliği kazandırmaktadır. Akademisyenlere yapılan yatırımın azlığı ise söz konusu nitelikleri, bilimsel araştırma ve üretimi ve de akademik dayanışmayı azaltırken akademisyenler arasında sağlıksız bir rekabetin oluşmasına neden olmaktadır (ÇIMAT, AKGÜN GÜNGÖR, BALMUMCU, 2013).

Bakmadan Geçme